Facebook’ta gördüğüm bu ilanın (Ben 7-14 Mayıs 2016 atölyelerine katıldım) peşinden giderek Kağıthane’de Sanayi Mahallesi’nde bir atölyeden, Cümle Kapısı Ahşap Atölyesi‘de 2 günlük bir “Ahşaba Giriş” de diyebileceğimiz bir eğitim aldım. 2 cumartesi arka arkaya gidiyorsunuz. İlkinde ağaç çeşitleri, hangi ürüne hangi ağaç daha uygun olur ve marangozların kullandığı aletleri öğreniyorsunuz. Bir sonraki cumartesi ise ne yapmak istediğinizi belirleyip ustaların gözleminde onu yapıyorsunuz. Ben işi basit tuttum ve ahşap bir peynir tabağı yapmaya çalıştım. Orman Yüksek Mühendisi ve marangoz Sadettin Kekeç bize kısa zamanda bir çok bilgi verdi.


Suntanın bir fabrika adı olduğunu, asıl malzemenin adının yonga levha olduğunu biliyor muydunuz? Aslında bazen keşke ben de öğrenmeseydim diyorum, çünkü suntanın (ya da yonga levhanın) hayatımıza girmesiyle kanser oranı çok artmış. Bu malzemenin dolgu malzemesi amonyak, üre ve nişasta, bu da sağlığımızı olumsuz etkiliyor. Eve yeni mobilya aldığımızda kokan “Yeni mobilya kokusu” bu kimyasallar, daha sonra bizim burnumuz bu kokuya alışıyor ama aslında koku gitmiyor. MDF ise yine amonyak, üre ve nişastanın yüksek basınçta sıkıştırılması, bu malzeme neme dayanıklı olduğundan suntanın yerini alıyor. Maalesef bu da tamamen kimyasal ve zehir! Daha anlatmayayım, insan bir kötü oluyor 😦 Sadettin Bey sırayla her şeyi anlatıyor. Suni malzemelerden sonra sıra ağaçlara geliyor. Eskiden ebeveynlerimiz evlendiklerinde bir yemek masası takımı alınca dünya para öder ve neredeyse bir ömür kullanırlardı. Bunun nedeni malzemenin ahşap olması ve işçiliğinin pahalı olmasıymış. Keşke yine öyle olsa, bir ömürlük mobilyalarımız olsa, değil mi? Ağaçlardan kayın, sedir, dişbudak, kestane gibi ağaçların kesitlerini inceliyoruz. Ben zeytin ağacından peynir tabağı yapmak istedim ama ülkemizde zeytin ağacı kesmek yasak olduğundan bulmak çok zormuş. Ben de en kolay bulunan malzemeden, kayın ağacından yaptım. Öğle yemeğinden sonra atölye kısmına geçip kullanılan aletleri tanımaya başlıyoruz. Eskiden sadece bir keser ve testere ile ev yapılırmış. Modern dünyada artık neredeyse sadece elektrikli aletler kullanılıyor. Başlıyoruz tanışmaya; pala testere, iskarpile, ahşap tokmak, planya, el ferezesi, matkap, dekupaj, polisaj …







Geçiyoruz el aletlerine; bütün büyük makinaların küçük versiyonları diyebiliriz. Ben en çok dekupajı beğendim. Vallaha elimi ilerletsem eve kesin alırım. Ben zaten alırım, para böyle şeylere yatırmaya bayılıyorum 🙂 Atölyede çalışırken kullandığınız makinayı mutlaka yerine koyun, yoksa ortalık çok karışıyor.




Son olarak cilalamayı öğreniyoruz. Burada bize doğal cilalar öğretiliyor. Gomalak, keten tohumu yağı, zeytin yağı, doğal renklendirme boyaları (örneğin ceviz) ve balmumu doğal cilalar. Burada öğrendiğim bir bilgiyi paylaşayım. Diyelim evinize yonga levha veya mdf bir mobilya aldınız. Özellikle çocukların uyudukları mobilyaları gomalak ile cilalayın. Böylece malzemedeki zehrin biraz da olsa yayılmasını engelleyebiliyorsunuz.

Gelelim proje çizimine. Benimkisi basit olduğu için çok zorlanmadım. Önce hangi boyda ürün istiyorum ona karar verip buna uygun malzeme seçiyorum. Boyları birbirine yakın ahşapları tutkal yardımı ile yapıştırmak ile başladım. Ancak biraz ince malzeme seçtiğim için işkence ile yapıştırmak kelimenin tam anlamıyla işkence oldu.





Tabii marangozluk atölyesine gitmem yine esprilere neden oldu. En beğendiğim karikatür aşağıdaki 🙂 Allahtan mühendislik okudum da istediğimi yapabiliyorum!

Ben değişik tecrübeler edinmeyi çok seviyorum ve 2 hafta sonu marangozluk denemem en güzellerinden biriydi. Cengiz Bey, Sadettin Bey ve atölyede çalışanlar çok misafirperverler. Her daim çay, kahve ve yiyecek bir şey var. Ben Kağıthane’ye bisiklet ile gidip başka bir tecrübe de yaşamış oldum. Hayatınızda bir değişiklik istiyorsanız mutlaka gidin! Tabure falan yapmak cidden çok kolay, inanın bana! Mesela ben torna atölyesine de gitmek çok isterim ve ilerde yapılacalar listeme yazdım bile. Şimdiden iyi eğlenceler!

